28 Aralık 2011 Çarşamba

404. lük ile övünen bir kurum: İstanbul Üniversitesi



http://www.istanbul.edu.tr/duyurular/duyuru_icerik.php?3866

Yukarıdaki linkte, bahsedeceğim haberin ayrıntıları mevcut. (Yayın tarihinin eski olmasının bir önemi yok, sıralama ve zihniyet ne de olsa aynı!)

Her sene yayınlanan "Dünya'nın en iyi 500 üniversitesi" listesi adı ile farklı farklı kurumlar tarafından hazırlanan listeler grubu mevcut. Bu listelerin hazırlanmasının ardından ülkemiz üniversitelerinin en iyi derece ile yer aldığı liste haber bültenlerimizde "Dünya'nın en iyi üniversitelerinde x üniversitemiz y sırada yer aldı" diye haberler görürürüz. o y ile sembolize edilen sıralama 400+ larda olmasına rağmen utanmaz, gurur duyarız.

İstanbul Üniversitesi genelde bu liste içerisinde yer alır. Okulun resmi sitesinde de gururla! sunulan haberde 404. sırada yer aldığı belirtilmekte. Bununla gurur duyan okul yönetimi, öğrencisi, idari kadrosu ve diğer kişilerden bir ricam olacak; 404'e kadar saymayı dener misiniz? Sen orada yer aldığın için seviniyorsun geri zekalı!

Yaklaşık 4 aydır Yüksek Lisans sebebi ile içerisinde yer aldığım bir kurum olan İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler enstitüsünde öğrenci potansiyeli yerlerde (Diğer birim veya lisans programları için bir şey diyemeyeceğim, gördüğümü söylüyorum) Hocaların Cv sine ve ders işleme anlayışına baktığınızda kişiden kişiye farklılık göstermekle beraber genel olarak başarılı denebilir. Fakat siz ki saçlarını akademik kariyerin engebeli yollarında ağartmış güzelim bilim insanları, o kadar mı paraya ihtiyacınız var? Neden her önüne geleni kabul ettiniz yüksek lisansa? Mazoşist misiniz de siz beyninize tecavüz edilmesini istiyorsunuz? Mal dolu enstitü Mallll.

Aslında bu kadar looser potansiyele sahip İstanbul Üniversitesinin 404. sırada yer almasına başarı diyebiliriz düşününce. Hele ki bu listeye girme kriterlerinden birisi "Size of Main Gate" ise.

Evet, kendimi bir şey sandım ve insanları aşağıladım.

21 Aralık 2011 Çarşamba

Dolmuş Şoförü Sendromu


Ademoğlu'nun hayatta yaşaması muhtemel tedirginlikleri düşündüm de, "dolmuş" aletinin bu sorunun en büyük kaynaklarından birisi olduğuna kanaat getirdim. Dolmuş ile seyahat ederken yaşanması muhtemel onyüzbinmilyonlarca tedirginlik, korku ve dehşet yaratacak olay içerisinden bir tanesini cımbız ile seçtim, şimdi de anlatacağım.

Dolmuş aletinin sadece Türkiye'ye has bir ulaşım aracı olduğunu ve bu aleti kullanan meslek grubunun (Şoför demiyorum, çünkü onlar başka bir şey) sanki özel bir eğitim almışcasına aynı hal ve tavırları sergilemesinden dolayı bu olay güzel yurdumun her köşesinde başınıza gelebililir.

İyi bilmediğiniz bir şehir veya bir semte gidiyorsunuz ve size tarif edilen bir noktaya ulaşmanız gerekiyor. Dolmuş aletini kullanan sürücülerin üstün araç kullanabilme kabiliyetleri ve kural tanımazlıkları sebebi ile en hızlı ve en ekonomik çözüm bu rotayı dolmuş ile kat etmek oluyor. Bu sebepten dolayı gidilmesi gereken noktayı size tarif eden şahıs bineceğiniz dolmuşu "x'in önünden kalkan mavi(dolmuş veya dolmuş başlığı rengi değişkenlik gösterebilir) dolmuşlara bin" emir cümlesi ile tarif ederken, ineceğiniz noktayı da "şoföre beni x cami(bu nokta genellikle bilinen bir kamu binası olur;okul vs de olduğu bazı olaylarda gözlemlenmiştir) cümlesi ile tarif edip işin içinden sıyrılır, artık kaderiniz ile baş başasınız demektir. Maceraya hazır olun.

Dolmuşa binip şoföre ücreti uzatırken aynı zamanda da "Kaptan beni x camiisinin önünde indirir misin?" ricasını ettikten sonra kendinizi Dolmuş şoförünün kollarına bıraktınız demektir, artık o dolmuştan inene kadar yaşayacağınız tarifi imkansız bir tedirginliğe hazır olun. Hedef noktanın, başlangıç noktasından ne kadar uzakta olduğu konusunda da fikriniz yoksa endişeniz katlanarak artacaktır.

Dolmuş şoförü yolcu kapabilme sevdası ile aracının kornasını ilk kez keşfetmiş gibi her yol kenarında duran vatandaşa yaklaşarak seyrine devam ederken siz iç sesinizin sorduğu "ulan unuttu mu bu adam acaba bizi?" sorularına ile boğuşup, "acaba sorsam mı daha ne kadar var diye, yoksa biraz daha gidince mi sorayım?" ikiliminden çıkmaya çalışırsınız.

Bir süre böyle devam eder yolculuk. Eğer şanslı iseniz kahraman dolmuş sürücümüz size (cinsiyet ve yaş kombinasyonunuza göre: abi,abla,amca,teyze,dayı,yenge,kardeş,birader gibi hitap şekillerinden birisini kullanarak)"siz burada ineceksiniz" diyecektir.
Yok eğer şanssız bir kul iseniz; Belli bir süre yolculuğunuza dolmuş şoförünün yolcu kapmak için yaptığı ustaca slalomlar ile devam ettikten sonra iç sesinizden gelen "yok lan kesin unuttu bu adam bizi" telkini ile sizi dürtmesinin ardından "kaptan biz x camiisinin önünde inecektik ama!?!" soru-ünlem karışımı cümlenizin ardından, kaptanın umarsız ve fütursuz bir tavırla söyleyeceği "hadi yaa ben sizi unuttum, niye hatırlatmadınızki geçtik ya biraz önce orayı" cevabı ile karşılaşırsınız. Artık yapacak bir şey yoktur. Dolmuştan inersin. İnşallah mesafe yakındır da yürüyerek ulaşabilirsin, yoksa yeni bir maceraya atılma, bin taksiye git.

Yani diyeceğim o ki; Allah kimseyi bilmediği bir memlekette dolmuş şoförünün insiyatifine bırakmasın. Çok kötü çooook.

18 Aralık 2011 Pazar

10 Adımda Metrobüste Oturarak Seyahat Etme Rehberi


Eveet sevgili gönül dostları,
2007 yılında hizmete sunulması ile birlikte İstanbul'da A noktasından B noktasına ulaşmamız konusunda bizlere trafiğe takılmadan seyahat edebilme seçeneği sunan mucize! alet metrobüsü hepimiz pek çok pek çok severiz.

Ama zaman zaman medyada "Metrobüs Çilesi" başlığı ile de yer bulan, mahşeri merobüs kalabalığı içerikli haberleri görmekteyiz. İşte bu noktada ben sizlere metrobüste nasıl oturarak gidebileceğinizin yol haritasını 10 adımda açıklayacağım. İşi gücü bırakın dikkatinizi buraya verin.

Step 1:Metrobüste oturmanın ilk basamağı kritik duraklardan birisinden maceraya başlamaktır. Eğer imkanınız var ise Söğütlüçeşme, Zincirlikuyu veya Avcılar gibi bir durak seçiniz kendinize. Aksi takdirde mücadeleye 1-0 yenik başlarsınız.

Step 2:Metrobüsün durakta duracağı yerin kapıları metro gibi önceden belli olmasa dahi + - 5 mt mesafe farkları ile anlaşılabilecek seviyededir. Durakta beklerken konumunuzu bu noktalara yakın edinin.

Step 3:Metrobüs kullanacağınız zaman dilimi mesai günlerinde sabah erken ve akşam mesai çıkışı saatleri ise rakiplerinizin sayısı da ciddi oranda çoğalacaktır, yılmayın ilk iki adımda belirttiğim püf noktaları uygulayın.

Step 4:Step 2'de belirttiğim kapı kuralında seçeceğiniz kapı da önemlidir genellikle 4 kapıya sahip bu metrobüslerin 2. veya 3. kapılarını tercih edin. Bu giriş noktalarında oturma seçeneğiniz daha fazladır.

Step 5:Ama kendinizi illa 3. veya 4. kapıdan bineceğim diye de şartlandırmayın zira rakiplerinizin gücü de sizin için önemlidir. Unutmayın metrobüse binmeyi bekleyen bütün savaşçıların amacı o koltuklardan birisine oturabilmek. Baktınız 1. veya 4. kapıda daha zayıf rakipler var, durmayın oraya hareketlenin.

Step 6: Eğer ki işe gidecekseniz 10 dk kadar önce metrobüs durağında olun ki en az 3 metrobüsden vazgeçebilme şansınız olsun.

Step 7: Kendinize uygun kapı lokasyonunda yerinizi aldıktan sonra usulca avınızın yanaşmasını bekleyin. İlk gelen metrobüste baktınız oturacak yer kalmadı sakın binmeyin! çünkü o metrobüs son durağa kadar artarak dolacak, bırakın gitsin.

Step 8:İlk metrobüsün gitmesi ile rakiplerinizin arasındaki sıralamanız da ön sıralara doğru kayacaktır. 2. Metrobüse de binemediyseniz yine umutsuzluğa kapılmayın bekleyin.

Step 9:Artık oturmanıza ramak kaldı. Hazır olun! Bu aşamada bir tilkinin kurnazlığına, bir çıtanın hızına ve bir pumanın çevikliğine sahip olmanız lazım!

Step 10: Metrobüs yaklaşırken kafanızda nereye oturacağınıza karar verin ve start atışının yapılması ile kararlı bir şekilde hedefe hareket edin. Eğer ki hedefiniz bir başka rakip tarafından kapıldı ise en yakın seçeneği tercih edin.

Veeee artık oturuyorsunuz!
Bu andan itibaren oturan azınlıkta yer alan şanslı bir birey olarak, ayakta giden zavallıları izlemenin keyfi ile gideceğiniz noktaya gururla ilerleyin.

Keyifli yolculuklar.

6 Aralık 2011 Salı

Pazartesi Sendromu



Bu zamana kadar etrafımdaki gördüğüm bir çok insandan, özellikle çalışan kesimden duyduğum ve bana çok anlamsız gelen bir takım klişe sözler vardı. Bu sözleri her duymamda "Yine başladılar!" gibi tepkileri içimden verir, dışımdan ise samimiyetsiz gülücükler gösterirdim. Ama acı şekilde bir şeyin farkına vardım ki, artık ben de bu tepkileri vermeye başladım!


Örnek olarak içinde bulunduğu yıldan şikayet ederek, gelecek yıldan beklenen büyük ümitler içeren sözler. Ve bu sözler büyük beklentilerin olduğu yılın gelmesi ile yerini bir sonraki yıldan beklenen ümitlere bırakmaktadır. Emin olun bu yıl benim yılım olacak dediğiniz yıl büyük ihtimalle bok gibi geçecek.


Sonra bu söz öbekleri içerisinde "Pazartesi Sendromu" veya "Cuma Sevgisi" ni belirten sözler vardır. Bu sözler de bana çok anlamsız gelirdi. Yani senede 52 kere bunalım mı yaşamalı insan? Hep düşünürdüm ne saçma bir dünya görüşü bu pazartesiden nefret edip, cumaya aşık olunan ruh hali diye.


Taaa ki benim de iç sesimin gelecek yıldan ümit etmem gerektiği, pazartesilerin bok gibi, cumaların ise şukela olduğunu söyleyene dek.


Çıkarımım şu ki; İnsan sevdiği işi yaptığı sürece herhangi bir zaman dilimi, herhangi bir zaman dilimine göre daha sevilesi niteliğe sahip olmuyor.


Ağlamak istiyorum sayın seyirciler.