29 Nisan 2010 Perşembe

Zaytung Felsefesinin Başlangıç Noktası


Sizin için araştırdım ve buldum.İşte Dünya medyasında çıkan ilk zaytung haberi.

İşin aslına bakarsanız bu haberin yanında Zaytung'da yayınlanan haberler bile masum kalmaktadır,bundan da Zaytung felsefesinin gün geçtikçe gücünü yitirdiğini anlamaktayız.Umarım en kısa sürede Zaytun eski günlerinde ki gibi;Güçlü,cesur,kararlı ve korkusuz haberler yapmaya başlar :)

22 Nisan 2010 Perşembe

Neye Niyet,Neye Kısmet




1990'lı yıllar,Alp Yalman'ın Galatasaray başkanı olduğu dönemler.O zamanların efsane futbolcularından "Kadife Ayak" lakabı ile fırtına gibi esen Frank Rijkaard Galatasaray'ın gündeminde.Asparagas gazete haberlerine gerçekçilik payı katmak amacı ile photoshop teknolojisini kullanarak bahsi geçen futbolcuya,bahsi geçen takımın formasını giydirme hastalığının virüsünün Türk basınına sirayet ettiği yıllarında başlangıcı aynı zamanda.
Sonuç olarak bu transfer de gerçekleşmiyor.

Fakat aradan yaklaşık 20 yıl geçtikten sonra "Kadife Ayak" Ali Sami Yen'e futbolcu olarak değil de,Teknik Direktör olarak teşrif ediyor.

Neye Niyet,neye kısmet.

19 Nisan 2010 Pazartesi

Bülent Uygun Nerede?Diye Soranlara İşte Cevap

Sezon başında Sivasspor'un başarısız sonuçlar alması ile istifasını verip inzivaya çekilen Bülen Uygun'un neden bu zamana kadar ortaya çıkmadığı,nerelerde olduğu gibi sorulara cevap arayanlara paylaşacağım videoya cevap verecektir.
Video'da röportaj yapan Bülent Uygun'un etrafını çevirerek sonsuzluğa doğru götürenler karanlık güçlerdir!Hatta bir rivayete göre;o günden sonra takımın başında ki kişi Bülent Hoca değil,onun klonlanmış haliymiş.Rivayetin devamına göre ise Dünya'nın yok olmasına yakın tekrar dünyaya geri gelecek olan Bülent Uygun,Sivasspor ile kaldığı yerden yola devam ederek Şampiyonlar Ligi kupasını kaldıracakmış.
Biz duyduklarımızın yalancısıyız :)

7 Nisan 2010 Çarşamba

Aşağıda Göreceğiniz Resmin Anlamı İçin Okumanız Şiddetle Tavsiye Edilir!




Gençlik ve serdeki hafif anarşistlik...

1968 olimpiyatlarında 200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos'un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.

İtiraf ediyorum ki, Aynur Çağlı'nın o muhteşem haberini okuyana kadar aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim. Adı Peter Norman imiş...

İşte bu atlet mart ayında öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.
Gelelim hikayeye... Mexico City'de 200 metre finali koşulmuş. Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.

Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman'ın yanına gelerek sormuş:

- İnsan haklarına inanıyor musun?

- Evet, inanıyorum.

- Peki ya Tanrı'ya?

- Bütün kalbimle...

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam: Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman'dan geliyor: bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor; fakirliği sembolize etmek için çıplak ayakla kürsüye çıkıyorlar, başları kederle öne eğik, sıkılı yumruklarını havaya kaldırıyorlar. Önlerinde duran beyaz atlet Peter Norman da, dayanışmasını göstermek için kalbinin üstüne 'İnsan Hakları İçin Olimpiyat Projesi Hareketi'nin kokartını iğneliyor.

Amerikan milli marşı çalarken plan icra ediliyor ve eylem koyuluyor. Ve tabii (hatırlıyorum) dünya birbirine giriyor. Amerika ayağa kalkıyor. Olimpiyatlar bile gölgede kalıyor, dünya gazeteleri yumrukları havada siyah atletlerin fotoğrafını birinci sayfadan veriyor...

Amerikan Olimpiyat Komitesi iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman? Meslektaşım Aynur'un anlattığına göre, Norman 'ın da hayatı kararmış. Tommie Smith diyor ki:
"Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."

Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman intikamını mezara götürmüş: 1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.

Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği' ..
İki amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş. Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.

Ta, geçen mart ayında, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.
Melbourne'de yapılan cenaze töreni. 'Onurlu beyaz atlet' Peter Norman'ın tabutu, Tommie Smith ve John Carlos'un omuzlarında! Üç 'eylem kardeşi' son kez omuz omuza...



Buraya kadar yayınladığım yazı alıntıydı...

Peter Norman belki de hiç tanımadığı,aynı ülkenin bile vatandaşı olmadığı iki insan için Dünya gündemine oturacak,hatta ülkesinde kendisini istenmeyen adam olarak ilan edilmesi sonucu doğuracak bir eyleme imza atmıştır.1968 yılında kırdığı ve hala kırılamayan 400 metre Avustralya rekoru ile değil,giriştiği bu eylem ile bugün dahi anılmaktadır.

Peter Norman'ın yıllarca istenmeyen adam sıfatını taşımasını umursadığını sanmıyorum.Zamanında giriştikleri eylemin diğer iki kahramanının cenazesinde tabutunu taşıyarak göstermiş oldukları vefa örneği ile de mezarında huzur içinde yattığını düşünmekteyim.

5 Nisan 2010 Pazartesi

Turkish Exorcist

Bundan yıllar yıllar önce,daha Show Tv'nin şizofrenik reklam jenerikleri ile benim gibi çocukluk yıllarını yaşayan insanların beyin hücrelerini yerle bir ettiği dönemlerdi.Genel seyirciye hitap etmesi gereken bir saatte tv başına geçmiştim.Fakat şizofrenik reklam filmleri ile bedenimizde psikolojik depremler yaratması yetmezmiş gibi,Show Tv yönetimi Turkish Exorcist'i yayın akışı içerisine dahil etmişti.
Turkish Exorcist'i izlemeye başladığımda,8 yaşında küçük bir çocuk olmamın da etkisi ile adrenalin katsayım yükselmiş ve büyük bir heyecanla filmi sonuna kadar izlemiştim.O yıllarda Uydu alıcısı,Digiturk,Teledünya vs gibi seçenekler henüz kullanıma sunulmamış olduğundan televizyonda izleyeceğimiz kanal seçenekleride karasal yayın ile sınırlıydı ve eminim ki o filmi,o yılda,o gün ve saatte benim gibi bir çok pre-ergen arkadaş izlemiştir.
Şimdi asıl söylemek istediğim noktaya geleyim.Son günlerde dikkatimi çekti;Turkish Exorcist ile dalga geçen çok sayıda video ve bu videoların altında da çok sayıda dalga geçen yorum görmekteyim.Ama bu yorumların hiçbirinde "Zamanında çok korkmuştuk ama şimdi komik geliyor" gibi bir açıklama görmedim.Bu eleştirel yaklaşan arkadaşlar ya çocukluk yıllarında bu filmi izlememiş,keza böyle bir durum varsa yetişkin bir insanın bu filmi komik görmesi normal.Ya da çocukken bu filmi izlediğinde götünün üç buçuk attığını gizlemek için kendilerini kandırıyorlar.
Bu tarz bir jenerikten sonra,bu filmi izleyipte korkmamak elde mi sizce?




3 Nisan 2010 Cumartesi

İnanmazsan Kazanamazsın!

Uzun zamandır(hatta baya uzun zamandır) Bloguma bir şeyler yazmadığımın farkına daha yeni varmamla birlikte,çok olmasada uzun zaman önce diyebileceğim Galatasaray-Fenerbahçe maçından yola çıkarak bir şeyler karalamak istedim.

28.03.2010 Tarihinde sanki sahada dünyanın en büyük derbilerinden birisi olarak nitelendirdiğimiz bir müsabakayı değilde,Bank Asya birinci lig mücadelesi tadında bir maç izledik.Maçtan kısa bir süre önce Özhan Başkan'ın vefatı ile oluşan duygusal ortam Galatasaray'a moral ve hırs aşılamak yerine,rakibimiz Fenerbahçe'nin ekmeğine yağ sürmüştür.Kadıköy'de ki her maçta çirkinliğin bin türlüsünü sergileyen Fenerbahçe taraftarı ve buna çanak tutan Fenerbahçe yönetimi,her ne hikmetse Ali Sami Yen'de yapılacak her maç öncesi "Dostluk,kardeşlik" rüzgarları estirmenin peşine düşmektedirler ve bu sefer de Özhan Başkan'ın vefatı dolayısı ile oluşan ortamdan faydalanarak yandaş medyanın bu yönde ki haberlerinin de desteği ile isteklerine ulaşmıştırlar.Medya organlarının maçın başında ki bir dakikalık Fenerbahçe taraftarının alkışlamasını gösterip 89 dakika boyunca ki küfürlerini duyurmaması da olayın acı tarafıdır!

Maç esnasında ki bu atmosfer yenilginin bahanesi değil,yenilginin sebebinin göstergesidir.Sahada maça inanmadan çıkan bir takım,tribünde bu büyük maç öncesi dolduruşlar gereği organize olamamış bir taraftar topluluğu,hakemlik vasıflarından yoksun bir hakem müsvettesi ve Fenerbahçe'nin her zaman ki şansı ile;maçın bu sonuçtan başka bir skorla bitmesi beklenemezdi.

Ben derbilerin dostluk,kardeşlik,barış içerisinde geçmemesi gereken bir taraftarım.Eğer siz böyle geçmesi gerektiğine inanıyorsanız İstanbul Büyükşehir Belediye maçlarını izlemenizi tavsiye ederim!Ayrıca Galatasaray Fenerbahçe maçları için "Dünya'nın en büyük derbilerinden biri olarak nitelendiriyoruz ama kaç tane ülkede yayınlanıyor ki" geyiğini dile getirenlerdensiniz,"Boca Juniors-River Plate maçlarını kaçınız izliyorsunuz?" sorusunu sormak isterim.