27 Mayıs 2013 Pazartesi

Kaybolan Değerlerimiz 4: Teletext


Teknolojinin insan hayatına girmesi ya da insanoğlunun teknolojiden kaçamayacak bir hal alması ile birlikte dönem dönem sayısız teknolojik yenilik hayatımıza girer, bunların büyük bir kısmı çok kısa bir süre içerisinde yok olur, bir kısmı belirli süre hayatımızda rol oynar ve ardından tarihin tozlu sayfalarına gömülür, çok küçük bir kısmı ise bizimle beraber yaşamaya devam eder.

Tarih sahnesine ilk çıkışı 70'ler olsa da, 90'lar ile birlikte Türk insanının hayatında bomba etkisi yaratarak girmiştir Teletext. Öylesine güçlü bir etkiydi ki bu, teletextli televizyon sahibi olmak ciddi bir itibar meselesi haline gelmişti. "Dur, şu teletextden bakalım" kelimeleri sıklıkla duyulur, teletextin güncelliğinden ve güvenilirliğinden asla kuşku duyulmazdı.

Özel kanalların çoğalması ve teletextin önemli bir hale gelmesi ile birlikte bir çok kanal teletext hizmeti sunmaya başlamıştı. İlk başlarda amaca hizmet eden bir hali varken bu güzide teknoloji harikasının, zamanla o da amacından saparak yozlaşan hizmet kanallarından birisi haline gelmişti. Bütün teletext hizmeti sunan kanalların amacı ilk başlarda haber, spor, şans oyunları sonuçları vb hizmetler iken (hele ki telegünün anlık deprem sonuçları efsane bir olaydı) ilerleyen zamanla beraber trt 1 in teletext hizmeti hariç (reklam yapmıyorum, gözlemimi dile getiriyorum, ne gördüysek o !) diğer kanallar teletext yayınlarını 8bitlik dijital meme sunan hizmet organları haline getirmişlerdi.


Dünya gündemini teletextden takip eden son insanın büyükbabam ve yaşıtı teknolojiyi geriden takip eden ihtiyar insanlar heyeti olduğunu düşünürken, askerlik sebebi ile giriştiğim araştırmalarda asalın resmi yayın organında gördüğüm; 

"9.         YÜKÜMLÜLER BU DUYURU METNİNE VE KONUYLA İLGİLİ DAHA FAZLA BİLGİYE www.asal.msb.gov.tr. İNTERNET ADRESİNİN ANA SAYFASINDAN, ÖZET BİLGİYE İSE TRT TELETEKSTEN ULAŞABİLİRLER."

uyarı metni ile çakralarım açıldı, hayata bambaşka bir gözle bakmaya başladım. Artık, asla ufacık bir azınlığı dahi inkar edemeyecek mental yapıya sahibim.

P.S. Kaybolan Değerlerimiz ile yazmaya başladığım yazılarda 4. aşamaya geldiğime göre artık ben de başladığı işi devam ettirebilen bir insan olmuşum demektir. Bundan sonra gelecek bana daha parlak, daha aydınlık. Yürür giderim.




13 Şubat 2013 Çarşamba

Sivri Ada ya da Hayırsız Ada

Sırtını denize çevirmiş bir millet olarak, Dünya üzerinde içinden denizin geçtiği tek şehir olan İstanbul'da yer alan, yalnızca güneşli haftasonları mangal yapmak için kullandığımız Prens Adaları'nın en küçük ikinci üyesidir Sivri, halk arasında bilinen diğer adı ile Hayırsız Ada.







Üzerinde 10. yy dan kalma bir manastırın kalıntıları da bulunan Sivri Ada aslında hayırsız olduğu kadar talihsizdir de. Haydarpaşa Mendireği yapılırken ihtiyaç duyulan taş ihtiyacı Sivri Ada'dan temin edilmiştir. Dolayısı ile önceleri daha da sivri olan ada zamanla yontulara sivrilik özelliğini de kısmen yitirmiştir. Aynı zamanda üzerinde yer alan manastırın kalıntılarının büyük bir kısmı da şu anda Haydarpaşa Mendireği'ni süslemektedir!

Üzerinde hiçbir yerleşim izi bulunmayan ada Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış, zaman zaman da inzivaya çekilmek isteyen din adamlarına ev sahipliği yapmıştır.

Ancak adanın tanık olduğu sürgünlerden belki de en korkuncu 1910'da Osmanlı döneminde gerçekleşmiştir.

Dünya üzerindeki büyük şehirlerin büyük olarak nitelendirilmeleri nüfus veya kapladığı alandan ziyade kendilerine has dokuları ile gerçekleşmektedir. İstanbul'un da tarih boyunca kendi has dokularının içerisinde en belirgin olanlarından bir tanesi diğer Dünya ülkelerinde görmenin mümkün olmadığı hayvanlara ev sahipliği yapan sokaklarıdır.



Ancak Osmanlı döneminde Avrupalılaşma merakı içerisinde yapılan yanlış uygulamalardan birisi de İstanbul'u bu sokak hayvanlarından kurtarma çabasıdır.

İlk defa 19. yy ın ilk çeyreğinde 2. Mahmut tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan İstanbul'u sokak köpeklerinden kurtarma girişimi yaklaşık 30.000 sokak köpeğinin toplanarak, susuz ve kurak olan Sivri Ada'ya terk edilmesi ile gerçekleştirilmiştir. Bu operasyon İstanbul'luların büyük tepkisini çekmiş ve insanlardan yüksek sesle "hayvanlara yapılan bu eziyetin uğursuzluk getireceği" söylemleri yükselmiştir. Bu tepkilerin ardından sağ kalan köpekler tekrar adadan toplanarak İstanbul sokaklarına geri bırakılmıştır. Ancak köpeklere yapılan bu sürgün girişiminin ardından ilk uğursuzluk hemen peşi sıra Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın ordusunun Kütahya'ya kadar ilerlemesi ile gelmiştir.

İstanbul'u köpeklerden kurtarma düşüncesinin ikincisi ve en korkuncu ise takvimler 1910'u gösterdiğinde İttihat ve Terraki dönemi İstanbul'u Şehreminisi Suphi Bey tarafından gerçekleştirilecektir.

Dönemin İtalyan Gazetelerinde Çıkan Bir Haber

Bu sefer sokakları köpeklerden tamamen temizlemek isteyen Suphi Bey yaklaşık 80.000 sokak köpeğini toplayarak Sivri Ada'ya göndermek ister, ancak İstanbul'lular bu olaya yine tepkilidir. Dolayısı ile bu köpekleri sokaklardan toplayacak insan bulmakta zorlanıldığı için, dönemin berduşları ve serserileri köpekleri toplama işi ile görevlendirilir.

Sokaklardan toplanan onbinlerce köpek kayıklarla yazın sıcaktan kavrulan, içme suyunu bırakın gölgelik alan bile zor bulunan Sivri Ada'da kaderlerine terk edilir. Geçen günlerin ardından köpeklerin durumu o kadar vahimleşirki açlıktan birbirlerini öldürerek ya da bir umut yüzme çabası içerisinde boğularak bir bir telef olurlar. Hatta bu dönem içerisinde köpeklerin feryatlarının İstanbul'dan duyulduğu söylenmektedir.

Halk tarafından hayvanlara yapılan bu eziyetin uğursuzluk getireceği inancı, ikinci defa gerçekleşen hayvan sürgünü sonrasında yaşanan büyük İstanbul Depremi ve Balkan Savaşları hezimeti ile ilişkilendirilir.

Tarihi boyunca ev sahipliği yaptığı bu iki büyük hayvan sürgününün ardından Sivri Ada, halk arasında Hayırsız Ada olarak anılmaya başlanmıştır.