23 Ekim 2010 Cumartesi

George Hagi ve Derbi

Her insanın bir çocukluk kahramanı vardır,benim çocukluk kahramanım ise Hagi'ydi.Onu tutku derecesinde bağlı olduğum sarı kırmızılı Galatasaray formasıyla gördüğüm ilk an 9 yaşında bir çocuk olmamın etkisi ile ne kadar büyük bir yıldızın gönül verdiğim takıma geldiğini tam idrak edememiştim.Ta ki "Bastonlamı oynayacak" diyenlere tokat gibi cevabı çıktığı ilk maçlarda galibiyeti getiren golleri atarak adeta "Şimdi o bastonu istediğiniz yerinize sokabilirsiniz" cevabını vereceği anlara kadar.Futbolcu olarak Sarı Kırmızı formayı Hagi'nin üstünde gördüğüm her an kalp atışlarım hızlanmış,en umutsuz anlarda bile umudumu yitirmemiştim.

Sonra Ciga futbolu bıraktı ve Galatasaray'a teknik direktör olarak geldi.10 milyon dolarlık kadro ile ligi şampiyonun 4 puan ardından 3.bitirdi,Türkiye kupası finalinde Fenerbahçe'yi 5-1 le tokatladı.O dönemin basiretsiz yönetimi tarafından ise haksız bir şekilde gönderildi.

Bir Fenerbahçe maçı hatırlarım neredeyse 15 tane %100 lük gol kaçırdığımız, maçtan önce "Basket Maçına döner" yorumlarının yapıldığı ama sonuç olarak Johnson'un allaha emanet vurduğu topun götlerden sekerek kalemizi bulup 1-0 yenildiğimiz.Sonra Fenerbahçe'nin Avrupa hezimetlerinden birisi olan Sigma Olomouc'dan 7 tane yedikten sonra yine dağıtacağımızı düşündüğümüz ve sonuç olarak kaybettiğimiz bir maç daha.

Şimdi ise işler tam tersine döndü.Toparlanmış ve güçlenmiş bir Fenerbahçe'nin karşısında en kötü sezonlarından birisini yaşayan,teknik direktörünü derbi öncesi göndermiş.Neill,Kewel,Baros ve en önemlisi Arda'dan yoksun bir Galatasaray.Ama bir farkla,takımın başında Aslan yürekli Hagi var.Yine herkes Fenerbahçe bu maç Galatasaray'ı dağıtacak yorumarına başladı. Hatta iddaa bile bir derbide Fenerbahçe'ye 1,50 oran vermekte.

Sonuç olarak diyeceğim o ki;Bir de koyuyor muyuz?

14 Ekim 2010 Perşembe

Bilgi Hazinesi

Kişisel anlamda bilgi sahibi olduğumuz konular mı var?Bence yok,olduğunu düşünüyorsak da yanılıyoruz.Hayatın geniş yelpazesinin küçük bir diliminin bize sunduğu kıt veriler dahilinde, bu geniş yelpaze hakkında bulunduğumuz tahminleri bilgi sanıp,kendi yollarımızı çiziyoruz.

Geriye dönüp bakmak konusunda da bazı düşüncelerim vardır,şöyle ki;Çok fazla geçmişe odaklanmanın insana zarar vereceğini düşünürüm,çünkü geçmişini değiştiremezsin.Ama bu geçmişinin geleceğini etkilemeyeceği anlamına gelmez,hatta o anlama gelir.Hayatta dik durabilmek,başarıyı yakalamanın önemli etkenlerinden birisinin de, odaklanmaman ama geleceğini etkileyecek olan geçmişine sahip çıkmak ile alakalı olduğunu da düşünürüm.

Bazen,bazı insanlara,bazı konuları anlatmakta güçlük de çekilebilir.Anlatacağınız konu gerçekten sizin için çok önemli bir konu olabilecek iken, artık önemini yitirmiş, an itibari ile basit bir konuda olabilir.Bu konuyu aktarmakta ki inanç ve ısrarınız ise karşınızda ki insana verdiğiniz değer ve karşınızda ki insanın size verdiğini düşündüğünüz değer ile doğru orantılıdır.

Önemli olan bir insanı çok sevmek değildir,size değer veren insanı da çok sevmek değildir.Önemli olan, çok sevdiğiniz insanın size değer vermesidir.

--- --- --- --- --- --- --- --- --- --- ---
Bu hikayeyi de çok sevdiğim için alıntı olarak yazımın en sonunda paylaşmak istedim.

Tavla ve Satranç Hikayesi

Pers imparatorunun basveziri Buzur Mehir tarafindan 1400 yil once tasarlanan tavla oyunu; dunyanin en populer oyunlarindan biridir.

Zaman kavramindan alinan ilhamla tasarlanan oyunun zamana boylesine direnmesi son derece etkileyici. Senenin birligi olarak tavla bir tanedir.

4 kosesi 4 mevsimi, tavlanin icindeki karsilikli 6'sar hane 12 ayi, pullarin toplami ayin 30 gununu ,siyah -beyaz pullar gece ve gunduzu, karsilikli 12'ser hane gunun 24 saatini simgeler..


Eski zamanlarda Hint Imparatoru, satranc oyununu Pers imparatoruna,yaninda bir mektup ile hediye olarak gondermistir. Mektubunda oyunla ilgili hic bir aciklama yapmazken soyle bir mesaj yazmistir.


Pers imparatoruna;
Kim daha cok dusunuyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi goruyorsa
O kazanir.
Iste hayat budur...


Pers Imparatoru donemin en alim veziri olan Buzur Mehir ile bu mesaji paylasarak, ondan oyunu cozmesi ve kendisinin de karsilik olarak Hint Imparatoruna hediye edilmek uzere baska bir oyun icat etmesini ister.

Vezir haftalarca calistiktan sonra gonderilen satrancin her tas hareketini ve oyunu cozer daha sonra da on gunde tavlayi icad eder ve imparatora sunar.

Hint Imparatoruna tavla oyunuyla birlikte gonderilmek uzere soyle bir mesaj hazirlanir.


Hint imparatoruna;
Evet,
Kim daha cok dusunuyor,
Kim daha iyi biliyor,
Kim daha ileriyi goruyorsa
O kazanir.

AMA BIRAZ DA SANSTIR.
Iste hayat budur...

12 Ekim 2010 Salı

Arda çok seks yapıyor!

Bugün, başlıkta yazdığım aynı manşete sahip bir haber ile karşılaştım.Habere konu olan olayın idda makamı ise Türk Futbol'una katkısının olup olmadığını sorgulamaya bile gerek olmayan Erman Toroğlu.

Yine Türk Futbolu'na katkısını sorgulamaya bile gerek duymadığımız bir futbol! programında,herzaman ki gibi futbol dışı konulara girdikleri bir anda Erman Toroğlu şu iddayı ortaya atıyor "Ben bu sakatlığı zamanında geçirdim. Ve o dönemde tamamıyla benim hatamdan kaynaklandı. Fazla seks yapmak ve dinlenmemek buna sebep olur" Şimdi Erman Hoca bu yorumu yaparken acaba "Ben zamanında acayip takılıyordum.O kadar ki yani, zikişmekten futbol hayatım bitti" izlenimi vermek için Arda'yı mı kendisine kurban seçti?

Arda Turan sakatlandı; Galatasaray çöküşte.Milli Takım Almanya'dan 3 yiyerek ucuz kurtuldu,bugün ise Azerbaycan gibi bir futbol ekolü! tarafından malup edildi.Bir bakın Arda'nın jenerasyonuna ve +- 4 yaş çevresine. Arda gibi gelecek vaad eden bir futbolcu var mı?Siz devam edin Arda'ya saldırmaya, nasıl olsa futbolcu fabrikası bir ülkeyiz,her sene milyonlarca dolara oyuncular satıyoruz Avrupa'ya!!!

Haberin kaynağı için

11 Ekim 2010 Pazartesi

Daha Mutlu Olamam



Aslında şu anda çok da mutlu değilim,mutsuz da değilim,normalim yani. Sıradan diye nitelendirilebilecek seviyede bir gün geçirmekteyim.Yazımın başlığının "Daha mutlu olamam" olmasının sebebi ise yazmama sebep olan şarkının ismi olmasından dolayı.

Şarkılara çok anlam yükleyen bir insan değilimdir,nesnelere de.Anlamları genelde kişilere yüklemeyi tercih ederim.O zaman bir şarkıdan dolayı neden yazı yazıyorum?Hatta uzun zaman aralıkları ile blogunu güncelleyen bir insan olarak, 24 saat içinde ikinci blogumu neden bir şarkıdan dolayı yazma kararı aldım ki?

Ön lise yıllarımı yaşarken müziğe karşı içimde ilahi bir tutku vardı,öyle böyle değil ama.Elektro gitar falan çalıyordum,grubum bile vardı.Hemde eline elektro gitar alıp 3 akor basan iki kişi ve 4-4 lük bir ritim ile bütün şarkıları çalmaya çalışan davulcudan oluşan vasat bir lise grubu değil.Bildiğin averajın üstünde bir bascısı ve davulcusu olan,solo gitaristi aşmış derecede iyi çalabilen(Hatta bak şimdi merak ettim o arkadaşımı. Ne yapıyor acaba?irtibatı falan kopardık hep) ve ben denizinde ritm gitaristi olduğum bir grup,bildiğin iyiydi yani.O yıllarda müzik tutkumla her pazar gecesi Radyo D'de Güven Erkin Erkal'ın sunduğu "Maksimum Rock" adında bir program vardı,dinlerdim her pazar.Hem de internet teknolojisinin bu zaman ki gibi gelişmemiş olmasından dolayı,İstanbul'dan 750km kadar uzak bir şehirde yaşamanın zorlukları ile mücadele edip, radyodan çızır çızır gelen sesi kafamda stereo bir kaliteye çevirerek dinlerdim.İşte o zamanlarda bu şarkı uzun süre listede yer almıştı, benim de hafızama kazınmış demek ki.Tesadüfen dinlediğimde sanki bana yıllar öncesinden gelen bir minnet borcunu hatırlattığından dolayı bu şarkı ile ilgili bir yazı yazmak istedim.Ama şöyle yazının geneline baktığımda şarkıdan hiç bahsetmemişim,olsun böylede hoşuma gitti.

Hee o gruba,gitara,müziğe olan ilgiye n'oldu? diye soracak olursanız;Hayatımın her döneminde farklı şeylere ilgi göstermemden ve bu ilgi alanlarımı hep yarım bırakmamdan dolayı o gitar sevdasıda hayatımın derinliklerinde "yarım bıraktığım boklar" listesinde ki ebedi yerinde, sonsuz istirahate geçmiş bulunmaktadır.

10 Ekim 2010 Pazar

Süperman Dönüyor



Tesadüfen denk geldiğim,izledikten sonra ise "Ahh be Superman,keşke dönmeseydin de kalsaydın,hiç yoktan sana bir saygımız vardı" diye içimden geçirdiğim,güzide bir film varmış da bizim bu zamana kadar haberimiz yokmuş.

Bu filmi çekme cüretini gösteren yönetmen büyüğümüz, sanırım pantolonun üstüne don giydirince Superman olunabileceğini düşünüyordu.Be arkadaş hiç mi düşünmedin sen "Biz bu filmi çekiyoruz da taşşak konusu olmaz mıyız ki acaba?" diye.
Ya da büyük ihtimalle şöyle bir olay gerçekleşti; Bizim Superman'in yönetmenine ismini bilmediğimiz ama büyük ihtimalle yönetmenin gizli bir düşmanı tarafından "Mustafa Abi,Amerika'da Richard Donner adlı dallamanın birisi Superman diye bir film çekmiş, geçen Menekşe Sineması'nda izledim.Abi vallaha yeminle söylüyorum ki sen ondan daha iyisini çekersin" diye bir telkinde bulundu.Bunu duyan Mustafa Abi'mizde çabuk gaza gelen insan özelliğinin kurbanı olup "Çekerim tabi lan,.mına bile koyarım" diye çıkışınca, bizlerlerde tarihin tanıkları olarak bu şaheser ile karşılaşmak durumunda kaldık.