22 Mayıs 2012 Salı

The Dictator


Blogumda konsept değişikliğine gitme kararı aldığımda, her hafta düzenli olarak sinemaya ayırdığım pazar günlerinin ardından izlemiş olduğum filmler hakkındaki kıymetli! görüşlerimi de yazma fikri vardı aklımda. 25.Kare etiketi altında başlamış olduğum bu süreç pazar günleri gerçekleştirdiğim sinema faaliyetlerinin sekteye uğramasının ardından, hayatımın her döneminde başlayıp yarıda bıraktığım action lar kervanına dahil olmak üzere iken bu haftadan itibaren küllerinden doğacak, evettt bunu yapacağım.

İlk başta söylemeliyim ki komik ve eğlenceli olması temennisi ile vizyondaki diğer filmlere dahi bakmadan karar verdiğim The Dictator, filmdeki esprilere beni "Türk Espirisi" gibiymişcesine güldürerek beklentilerimi kesinlikle karşıladı. Filmden beklentim "Komiklik" olduğu için konuları işleme, dikta yönetimi hakkında yansıttıklarına falan hiç girmeyeceğim.

Daha önce Borat'da ki absürt komedisi ile izleyip yine aynı şekilde güldüğüm Sacha Baron Cohen'e buradan beni yine yanıltmadığı için sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Londra doğumlu muhtemelen de bir göçmen ailenin çocuğu olması sebebi ile Arap aksanlı İngilizcesi dahi bana yeteri keyfi vermek konusunda geçerli puanı aldı.

Filmi, yerli yapım bir film ile konunun işlenişi açısından denkleştirmem gerekirse bu film hiç düşünmeden "Recep İvedik" (Bu arada Recep İvedik'e de çok gülen bir insanım, tamam tamam sustum!)olur. Ama gel gelelim The Dictator bize düşük bütçe ile çekilen bir komedi filminde de kaliteli oyunculuk olabileceğini göstermiştir. Bknz: Ben Kingsley, Sayed Badreya


Veee çok küçük bir sahne de olsa Megan Fox'u filmde görmek şahsıma ayrı bir mutluluk yaşatmıştır.

Tavsiye eder, izleyin derim

8/10

15 Mayıs 2012 Salı

Şampiyonsun Cim Bom Bom


Şampiyonluk yakın, meşaleyi yakın demiştik! Ve o Istanbul’u yakmaya değer şampiyonluğumuza sonunda ulaştık.

Şike skandalları ile başlayıp büyük bir kaos ile geçeceği belli olan 2011-2012 sezonunda, geçmiş sezondan neredeyse hiç oyuncusu kalmayan; yönetimi değişmiş, teknik heyeti değişmiş, iddianamelerde adı geçmemesine rağmen bu kirli oyunların içerisine çekilmeye çalışan, sezon başında kime destek olmak için çıkarıldığı belli olan saçma sapan bir play off sistemine rağmen; söke söke, hakkı ile şampiyon olan Galatasaray’ın şampiyonluğuna kimsenin en ufak bir laf etme hakkı yoktur, olamaz !

Gelelim Fenerbahçe’ye. Günahım kadar sevmediğim Avrupa’da dahi desteklemeyip, Galatasaray’ı da Avrupa’da dahi desteklemelerini istemediğim bu klübün 2011-2012 sezonu sonucunu objektif değerlendirirsem, kesinlikle “başarılı” olarak nitelendiririm. Şike ile çalkalandıkları bu dönemde futbolcular ile teknik ekip olabilecek en güzel uyumu sergileyip normal sezonu 9 puan gerimizde bitirip play off larda daha başarılı bir ivme ile ligi normal sezondan farklı olmayarak 2. Bitirdiler, alabilecekleri en güzel sonucu aldılar.

Ancaaaak bu zor dönemlerinde göstermiş oldukları performansı çok güzel pazarlama aracı olarak kullanıp “Bakın! Şike yapsak ligdeki durumumuz böyle mi olurdu” şeklinde yansıttılar. Bütün telefon kayıtları, buluşmalar alalade ortada iken asıl tebrik edilmesi gereken konu da işte buradaki pazarlama başarılarıdır!

Hee bir de kendilerini cumhuriyetin yılmaz savunucuları olarak gösterip, diğer klüpler ile cemaat ilişkisi kurma çabaları yok mu ? işte bu da sıçtık bari sıvayalım kısmı!

2. Terim döneminin başarısız olarak bitmesinin ardından içimden hep “Bir gün güneşli günlere yine imparator ile çıkacağız” diye geçiriyordum. Her komutan savaş kaybeder. Fatih Hoca’da 2. Döneminde kaybettiği savaştaki hatalarını en objektif şekilde değerlendirip ordusunun başına geri dönerek giriştiği ilk meydan muharebesinden zafer ile çıkmayı bilmiştir. Bu daha başlangıç…

Şimdi sırada Avrupa var! Şimdi onlar düşünsün…

P.S. Şu anda kişisel olarak beni en çok tatmin edecek şey Mehmet Topuz’a “Goyduk mu ?” demek olurdu.