29 Aralık 2015 Salı

Şimdi Bir Çılgınlık Yapıp Ara Güler'i Eleştireceğim


Biraz fotoğrafa merak duyan birisiyseniz "Türkiye'de Fotoğraf" denilince aklınıza şüphesiz ki ilk Ara Güler gelir. Bu ülke sınırları içerisinde bir eylem ile isminin eşlenik hale gelmesinin de en çok yakıştığı insanlardandır Ara Usta.

Ara Güler ustadır, fotoğraf ustası. Kendisindeki fotoğraf arşivi Türkiye'nin belki de Dünya'nın sayılı fotoğraf arşivlerindendir. Kimleri çekmemiştir ki Ara Usta; Winston Churchill'den tutun da Arnold Toynbee'ye kadar, Bertrand Russel'dan tutun da aynı zamanda arkadaşları olan  Picasso ve Salvador Dali'ye kadar. Bakın Dali ve Picasso için arkadaşı diyorum, Ara Güler'in özgünlüğü ve sanatçılığını daha da fazla detaylandırmanın gereği yoktur sanırım  ?

Ara Güler'i hep muhalif, huysuz ve aksi ihtiyar olarak bildik. Sözünü kimseden sakınmadı usta, yeri geldiğinde lafı hep gediğine oturttu hem de zaman zaman ağır sinkaflı sözlerle lafı gediğe oturtmaktan öteye gidip, resmen hitap ettiği kişinin götüne soktu.

Ancak en son yaptığı eylem olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğraflarını çekene kadar ! Şimdi şöyle ki, bu eylemin bu kadar ses getirmesi bile Ara Güler'in ne kadar büyük bir usta olduğunun göstergesidir, ancak ben ustanın bu eylemi yapmasını kabul edemeyenlerdenim.

Ara Güler bir Ermeni olarak bu ülkede herkesin saygı duyduğu bir karakter olması sebebi ile büyük işler yapmışlığından şüphe duyulmaz. Çünkü bu ülkenin dindar, muhafazakar ve milliyetçi yapısı kolay kolay izin vermez bir Ermeni'nin, bir Kürd'ün, bir Yahudi'nin yaptığı işler sebebi ile ülkede kahraman ilan edilmesine, ama usta bunu başaran ender insanlardan olmuştur.

Lakin ülkenin ateş çemberine döndüğü bir konjönktürde, ülkenin bu ateşin içine düşmesinde başrolü oynayıp, kişisel çıkarları uğruna ateşin göz göre göre körüklenmesini içten içe destekleyen başrol oyuncusunun fotoğraflarını çekmek eylemi, kusura bakma ama Ara Usta bu kişinin cumhurbaşkanı olması senin de Ara Güler olman sebebiyle meşrulaştırılamaz.

Herkes politize olmak zorunda değil. "Ben sanatçıyım kardeşim, işimi yaparım çok da sikimde değil ne düşündüğünüz" dersen (ki öyle diyorsun anladığımız kadarıyla) Kusura bakma ama büyük usta o zaman sen de etnik kökenin olan Ermeni ismini bile ağzına alırken "afedersiniz Ermeni" diye hitap eden bir karakteri, sadece cumhurbaşkanı olduğundan dolayı fotoğrafını çekmek için can atan, fikirlere değil makamlara değer veren toplumsal gerçeklerden uzak bir fotoğrafçı olarak anılırsın.

Evet arkadaşlar Ara Güler'i eleştirdim, farkındayım !


Bu fotoğraf da burada dursun ki meslekleri sebebiyle değil, düşünceleri ve toplum için verdikleri mücadeleler sebebiyle insanları yüceltmemiz gerektiğini unutmayalım.



2 Aralık 2015 Çarşamba

Goncaları bugün vakit varken koparsak mı? Yoksa dalında mı bıraksak?



Hâlbuki baya da kitap okuyorum sayılır ama yazı yazmak istediğimde giriş paragrafında hep zorlanıyorum. İkinci, üçüncü paragraftan sonra falan baya açılıyorum gerçi ama bence önemli olan bir yazının giriş paragrafıdır. “Bir yazının giriş paragrafının önemli olduğu” konusundaki fikrim de hiçbir araştırmaya dayanmadan sadece kişisel görüşlerimden faydalanarak yaptığım bir genellemeyi içerir. Mesela bir kitap okuyacağım, ilk 20-30 sayfada beni içine çekemezse sikseler okumam o kitabı. Ya da bir film izleyeceğim, ilk sahnesi itibari ile bütün odağımı kendisine yoğunlaştırmalı, yoksa izleyemem arkadaş, izleyemiyorum. Zaten hayatımın geneli istemeden yaptığım sistemsel dayatmalarla doluyken bırakın da bari kitap film vs seçimimde bu özgürlüğümü kullanayım.

İlk paragrafa girme sorununu beynimin çok da fazla olmayan kıvrımlarındaki birtakım gereksiz sorunu açığa çıkararak aştığımı düşünürsek, ikinci paragrafa geçmiş olmanın verdiği rahatlama hissi ile bu paragrafı da bitirip üçüncü paragrafta asıl anlatmak istediğim konuyu başlatayım. Belki de farkında olmadan şu anda edebiyat dünyasında bir çığır açıyor siz de bu yazıyı okurken bir tarihe tanıklık ediyor olabilirsiniz. Zaten bütün buluşlar, icatlar vb şeyler tesadüf sonucu ortaya çıkmamış mıdır? Tabi ki de tesadüf sonucu ortaya çıkmamıştır! O, emek gerektiren, çalışma gerektiren, azim gerektiren süreçlerin sonunda ortaya çıkan büyük olayları itibarsızlaştırma çabasındaki hamur kafalıların yorumudur. Dolayısı ile edebiyatta bir çığır falan açmam söz konusu değil, rahat olun.

Tespitlere adanmış bir hayatım yok, ama zaman zaman yaptığım tespitlerin şükelalığı karşısında kendimle gurur duyuyor, maraton bitişinde kurdeleye kollarını açarak ilk uzanan koşucu gururu yaşıyorum.

Ölü Ozanlar Derneği, nasıl anlatsam bu filmin bende yarattığı hissiyatı bilemiyorum. Sistemin kendisini korumak için koyduğu baskıcı kuralların, aslında sadece piramitin en tepesindeki azınlığın konfor alanlarını garanti altına almak için koyulduğunun farkına vararak, bu konfor alanında yer alan azınlık içerisinde yer alabilecekken; özgürlüğü, eşitliği, yaratıcılığı savunan bir insanın mücadelesinin muazzam şekilde perdeye aktarılmış hali desem hislerime bir miktar tercüman olabilir.

Güzel insan Robin Williams’ın canlandırdığı, filmi izleyen herkesin yüreğine ve beynine hitap eden mükemmel öğretmen John Keating filmin giriş sahnelerinde bir yerde “Carpe Diem” felsefesini “Kopar goncaları henüz vakit varken bugün, anlamazsın zaman kanatlanır uçar gider” dizeleri ile öğrencilerine aktarmaktaydı. Filmi dördüncü ya da beşinci izleyişimde fazlaca dikkatimi çeken bu replik sonucunda, üçüncü paragrafta bahsettiğim bana 90+4 de galibiyeti getiren golü atan defans oyuncusu sevinci yaşatan tespit geldi aklıma.

Robin Williams’ın hayran kitlesi kadar geniş olmasa da, başta bizim ülkemiz ve belki çevre ülkelerde de bir miktar hayran kitlesi sahibi olan Ferdi Tayfur Abi’mizin de Mr Keating’in dizelerine benzer bir şarkı sözü bulunmakta. Keating Hoca “Kopar goncaları henüz vakit varken bugün, anlamazsın zaman kanatlanır uçar gider” derken Ferdi Abi ise “Koparma gülleri dalında kalsın” diye konuya farklı bir noktadan yaklaşıyor. Keating Hoca “anı yaşa be kardeşim” derken Ferdi Abi ise “geleceğe odaklan” diyerek geçmişinde yaşadığı acıların gelecekte yaşanmaması için birtakım önlemler almaktadır. Belki de Ferdi Abi’nin anı yaşamaktan bu kadar korkmasının sebebi Adanalı gariban ve eğitimsiz bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelip, türlü acılar ile olgunlaşmış olmasıdır. Birikim yapmak ister Ferdi Abi, saklamak ister değer verdiği şeyleri, sakladığı zaman içerisindeki değerini yitirecek olduğunu bilmeksizin yaşadığı coğrafya ve kültür sebebiyle kendisine sirayet eden korku duvarları sebebiyle. Keating Hoca’nın geçmişini bilemiyoruz, ama güncel hayatında saklamayla, nesnelere değer yüklemekle işi olmadığı aşikâr. O an yapmak mı istiyor, yapar hocamız kimseye hesap vermek istemeden. Cesurdur mevcut sistemin kendisine karşı koymuş olduğu dayatmalara karşı. Ferdi abi de duygusaldır Keating Hoca da. Ama Ferdi Abi’nin duygusallığı arabesk kültürünün özelliklerini barındıran belirli bir nesne ya da insana karşı duygusalken, Keating Hoca’nın duygusallığı dünyanın geneline, insanlığa karşı bir duygusallıktır.

Güllere farklı bakan iki güzel insandır Keating Hoca ile Ferdi Abi.

Ancak bireylerin fikirlerini olgunlaştıran doğdukları ve büyüdükleri coğrafya ile aldıkları eğitim vs gibi dış koşullardan bağımsız düşündüğümüzde, dünyayı bir yandan çiçek dikerken bir yandan da koparmak istediği zaman goncaları koparan Keating Hoca’lar değiştirse sanki çok daha yaşanası bir yer olmaz mı oh captain my captain ?