Hâlbuki baya da kitap okuyorum sayılır ama yazı yazmak
istediğimde giriş paragrafında hep zorlanıyorum. İkinci, üçüncü paragraftan
sonra falan baya açılıyorum gerçi ama bence önemli olan bir yazının giriş
paragrafıdır. “Bir yazının giriş paragrafının önemli olduğu” konusundaki fikrim
de hiçbir araştırmaya dayanmadan sadece kişisel görüşlerimden faydalanarak
yaptığım bir genellemeyi içerir. Mesela bir kitap okuyacağım, ilk 20-30 sayfada
beni içine çekemezse sikseler okumam o kitabı. Ya da bir film izleyeceğim, ilk
sahnesi itibari ile bütün odağımı kendisine yoğunlaştırmalı, yoksa izleyemem
arkadaş, izleyemiyorum. Zaten hayatımın geneli istemeden yaptığım sistemsel
dayatmalarla doluyken bırakın da bari kitap film vs seçimimde bu özgürlüğümü
kullanayım.
İlk paragrafa girme sorununu beynimin çok da fazla olmayan
kıvrımlarındaki birtakım gereksiz sorunu açığa çıkararak aştığımı düşünürsek,
ikinci paragrafa geçmiş olmanın verdiği rahatlama hissi ile bu paragrafı da
bitirip üçüncü paragrafta asıl anlatmak istediğim konuyu başlatayım. Belki de
farkında olmadan şu anda edebiyat dünyasında bir çığır açıyor siz de bu yazıyı
okurken bir tarihe tanıklık ediyor olabilirsiniz. Zaten bütün buluşlar, icatlar
vb şeyler tesadüf sonucu ortaya çıkmamış mıdır? Tabi ki de tesadüf sonucu
ortaya çıkmamıştır! O, emek gerektiren, çalışma gerektiren, azim gerektiren
süreçlerin sonunda ortaya çıkan büyük olayları itibarsızlaştırma çabasındaki
hamur kafalıların yorumudur. Dolayısı ile edebiyatta bir çığır falan açmam söz
konusu değil, rahat olun.
Tespitlere adanmış bir hayatım yok, ama zaman zaman yaptığım
tespitlerin şükelalığı karşısında kendimle gurur duyuyor, maraton bitişinde
kurdeleye kollarını açarak ilk uzanan koşucu gururu yaşıyorum.
Ölü Ozanlar Derneği, nasıl anlatsam bu filmin bende
yarattığı hissiyatı bilemiyorum. Sistemin kendisini korumak için koyduğu
baskıcı kuralların, aslında sadece piramitin en tepesindeki azınlığın konfor
alanlarını garanti altına almak için koyulduğunun farkına vararak, bu konfor
alanında yer alan azınlık içerisinde yer alabilecekken; özgürlüğü, eşitliği,
yaratıcılığı savunan bir insanın mücadelesinin muazzam şekilde perdeye
aktarılmış hali desem hislerime bir miktar tercüman olabilir.
Güzel insan Robin Williams’ın canlandırdığı, filmi izleyen
herkesin yüreğine ve beynine hitap eden mükemmel öğretmen John Keating filmin
giriş sahnelerinde bir yerde “Carpe Diem” felsefesini “Kopar goncaları henüz
vakit varken bugün, anlamazsın zaman kanatlanır uçar gider” dizeleri ile öğrencilerine
aktarmaktaydı. Filmi dördüncü ya da beşinci izleyişimde fazlaca dikkatimi çeken
bu replik sonucunda, üçüncü paragrafta bahsettiğim bana 90+4 de galibiyeti
getiren golü atan defans oyuncusu sevinci yaşatan tespit geldi aklıma.
Robin Williams’ın hayran kitlesi kadar geniş olmasa da, başta
bizim ülkemiz ve belki çevre ülkelerde de bir miktar hayran kitlesi sahibi olan
Ferdi Tayfur Abi’mizin de Mr Keating’in dizelerine benzer bir şarkı sözü
bulunmakta. Keating Hoca “Kopar goncaları henüz vakit varken bugün, anlamazsın
zaman kanatlanır uçar gider” derken Ferdi Abi ise “Koparma gülleri dalında
kalsın” diye konuya farklı bir noktadan yaklaşıyor. Keating Hoca “anı yaşa be
kardeşim” derken Ferdi Abi ise “geleceğe odaklan” diyerek geçmişinde yaşadığı
acıların gelecekte yaşanmaması için birtakım önlemler almaktadır. Belki de
Ferdi Abi’nin anı yaşamaktan bu kadar korkmasının sebebi Adanalı gariban ve
eğitimsiz bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelip, türlü acılar ile olgunlaşmış
olmasıdır. Birikim yapmak ister Ferdi Abi, saklamak ister değer verdiği şeyleri,
sakladığı zaman içerisindeki değerini yitirecek olduğunu bilmeksizin yaşadığı
coğrafya ve kültür sebebiyle kendisine sirayet eden korku duvarları sebebiyle.
Keating Hoca’nın geçmişini bilemiyoruz, ama güncel hayatında saklamayla,
nesnelere değer yüklemekle işi olmadığı aşikâr. O an yapmak mı istiyor, yapar
hocamız kimseye hesap vermek istemeden. Cesurdur mevcut sistemin kendisine
karşı koymuş olduğu dayatmalara karşı. Ferdi abi de duygusaldır Keating Hoca
da. Ama Ferdi Abi’nin duygusallığı arabesk kültürünün özelliklerini barındıran
belirli bir nesne ya da insana karşı duygusalken, Keating Hoca’nın duygusallığı
dünyanın geneline, insanlığa karşı bir duygusallıktır.
Güllere farklı bakan iki güzel insandır Keating Hoca ile
Ferdi Abi.
Ancak bireylerin fikirlerini olgunlaştıran doğdukları ve büyüdükleri coğrafya ile aldıkları eğitim vs gibi dış koşullardan bağımsız düşündüğümüzde, dünyayı bir yandan çiçek dikerken bir yandan da koparmak istediği zaman goncaları koparan Keating Hoca’lar değiştirse sanki çok daha yaşanası bir yer olmaz mı oh captain my captain ?
0 comments :
Yorum Gönder