8 Mart 2012 Perşembe

The Artist




Gösterime girip Oscar'a adaylığı belli olduğunda, izlememiş olmama hatta ne cast ne de yönetmen hakkında fikrim olmamasına rağmen The Artis'in bu törene damgasını vuracağını tahmin etmiştim.

Sinema tarihinde sessiz filmlerden sesli filmlere geçiş dönemini siyah-beyaz ve sessiz olarak anlatan bir film olması nedeni ile sıradışı sayılabilecek bir yapıt. Replik olmadan, sadece müzik ve mimiklerle anlatılmak isteneni aktarabilmek basit bir iş olmasa gerek. Bu noktada filmi kurtaracak olan kahramanlar oyuncular oluyor. Yani siz ne kadar iyi bir yönetmen olursanız olun oyuncuların üstüne bu kadar büyük bir yük düşerken filmin kahramanı olamazsınız.

Oyuncular ve yönetmen daha önce dediğim gibi, fikrimin olmadığı kişilerdi. Bunun sebebi belki de Fransız sinemasına olan uzaklığımdır. Ancak filmin en önemli karakterlerinden birisi Jack Russel cinsi evcil yaratıktı. Bir çok kere evcil hayvanların yer aldığı, hatta başrolü üstlendiği filmleri izlemişizdir. Ancak The Artist gibi iddası büyük bir filmde, filmin başından sonuna kadar yer alan ve bu süre zarfında sessiz sedasız ilerleyen bu yapıtta, bize keyifli anlar yaşatan minik dostuma teşekkür ederim.

Filmde bir başka önemli nokta Bérénice Bejo'du benim için. Aman yarabbi! Sen ne tatlı ne sevimli bir hatunmuşsun Bérénice'ciğim. Geç oldu seni keşfetmem ama bundan sonra yanındayım.

10 Dalda aday gösterilip 5'ini kazanan The Artist'e. "En iyi yönetmen" dışında eyvallah diyebilirim. ancak bu kadar oyunculuğun ön planda tutulduğu bir altyapıya sahip filmde "En iyi yönetmen" Oscar'ını almasına itirazımı mazur görürsünüz sanırım.

Sonuç olarak filmi beğenmedim diyemem ama "woavvv ne film çekmiş beee adamlar" da demedim.

7,5/10

P.S. Magazin gündemine Demet Akalın'ın beğenmeyerek sinema yönetiminden parasını geri istediği film olarak da düşmüştü güzelim Oscar'lı yapım. Keşke o sinema yönetimi "Siktir git kardeşim! Etek mi lan bu beğenmedin değiştiriyorsun" gibi bir cevap verebilseydi Demet bacımıza.

0 comments :

Yorum Gönder