Toplumların üstünde hakimiyet kurup totaliter bir yapıyı empoze etmek isteyen egemen güçler ve oligarşik yapılar tarafından “değer yargısı” “ahlak kavramı” gibi özünde çok bir mantığı olmayan ama insanların korkutucu şekilde benimsediği olgularla boğuştuğumuz bir hayatımız var. Toplumun büyük kesimini etkisi altına alan bu yargıların birçoğu da benim için hiçbir anlam ifade etmemekte. İşte bu yazı dizimde (sanki milyonların takip ettiği köşe yazarı gibi yazı dizisi falan diyorum ya asdnafa) benim için anlamı olmayan şeylerden biraz bahsedeyim dedim.
İnsanın varoluşundan bu yana hep arayış içerisinde olduğu bir “tanrı” kavramından bahsedilir. Başlı başına saçma bir iddia olan bu söylemin alt metninde “evrilmedin, yaratıldın” mesajı mevcut aslına baktığınızda. Dünyadaki toplam din ve bu dinlere mensup insan sayısını tam olarak bilmek pek mümkün değil, ancak yuvarlak olarak aşağıda belirttiğim rakamlar telaffuz edilmekte.
Görmüş
olduğumuz üzere ilahi dinler olarak adlandırılan Hristiyanlık, İslam ve
Museviliğin tahmini rakamlara göre 4 ila 4,5 milyar arasında mensubu bulunmakta.
Diğer dinlerin tanrı inançları farklılıklar göstermekle birlikte ilahi dinlerin
ortak paydası olan aynı Tanrıya inanan 4,5 milyar insan. Yani bu 4,5 milyar
insan evrenin ve kendilerinin bir tanrı tarafından çamurdan vs yaratıldığına
inanmaktalar. Mutlaka bu büyük güruh içerisinde teorik olarak din sahibi,
pratik olarak herhangi bir faaliyette bulunmayan kişiler de vardır ama amacım
büyük resmi görmek olduğu için bu kitleyi istisna olarak kabul edip
değerlendirmeye almıyorum.
Şimdi
şöyle ki bu bütün ilahi dinler; Tanrı yoldan çıkan insanlara doğru yolu
göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiştir, bizler ona inanan
insanlar olarak bu dünyada huzur içinde yaşayıp öldükten sonra tekrar dirilip
içinde yer alacağımız gerçek dünyada onun cennetinden faydalanmak için onun
emir ve kurallarına uymalıyız diye düşünüyor.
Temel
ve basit bir düşünceyle konuyu inceleyip bu “her şeyin tanrı tarafından
yaratıldığı” önermesini kabul ettiğimde zihnimde cereyan eden olaylar
silsilesinin gözümün önünde nasıl canlandığını anlatacağım;
Tanrı galaksiyi
yaratıyor, sonra dünya diye bir yer yaratıyor, işte kafasına göre deniz / kara
dağılımını yapıyor. Sonra diyor ki “ya
böyle çok heyecansız oldu az da adına hayvan denen şeylerden yaratayım”
işte önce küçük böcek, tırtıl falan koyuyor bir yerlere sonra diyor ki “yok ya bunlar biraz ufak kaldı azcık da
büyük şeyler yapayım” sonra başlıyor aslandı, kaplandı, balinaydı,
dinozordu "Allah ne verdiyse" yaratmaya. Sonra yine boş bir
anında diyor ki “yaa jurasic parka
çevirdik güzelim dünyayı, ben en iyisi insan diye de bi şey yaratayım”
sonra çamurdan insanı yaratıyor. Tabi bu esnada melekler falan çoktan
yaratılmış durumda, insanoğlu henüz yaratılmadığı için meleklerin kafası rahat
takılıyorlar kendi aralarında. Sonra bu insanoğlu yaratılınca tanrı meleklere diyor ki ”bitti kardeşim bu zamana kadarki rahatlık döneminiz, artık karşınızda görmüş olduğunuz ademe itaat edeceksiniz, yeni yaptım, çamurdan”. “haydaaaa!” diyor tabi
melekler, ulan ne güzel takılıyorduk nerden çıkarttı şimdi sevgili tanrımız bu adem
denen icadı. Bu serzenişi bir melek dile getiriyor, diyor ki “aga, kusura bakma
ama ben bu play doh oyun hamuru gibi çamurdan yaratılmış herife itaat mitaat
etmem” neyse sonrası bildiğiniz klasik tartışmalar ve Şeytanın ortaya çıkışı.
Tanrı
Adem’i yaratıyor ama yaratırken bu yarattığı kompleks organizmalar bütününün
ilerleyen yıllarda canının sıkılıp sıkılmayacağını öngöremiyor. Büyük ihtimalle
o yıllarda henüz dünyaya gönderilmeyip cennette kendi kafasına göre
takılan Adem’in canı yalnızlıktan sıkılıyor ve Tanrıyla aralarında geçen bir
dost sohbeti esnasında bu şikayetini dile getiriyor, sonra tanrı da kendisinin
canı sıkılmasın, hem belki ilerleyen yıllarda insanoğluna getireceğim bir
update ile çoğalmalarını da sağlarım diye erkek olan Adem’in kaburgasından (ne
alaka ya kaburga!) Havva denen karşı cinsi, kadını yaratıyor. O esnada
cinsellik özelliği gelmiş mi gelmemiş mi bilmiyoruz ama bu iki kafadar güzel
güzel takılıyorlar cennette. Cennette ortam güzel ama orasının da kendisine
göre kuralları var tabi, mesela meyvesini yemenin yasak olduğu bir ağaç var.
Her şeyi enfes dizayn eden ve her şeyi bilen tanrı monoton hayatına biraz
heyecan katmak için olsa gerek böyle bir ağaç koyup Adem’le Havva’yı izlemeye
başlıyor bakalım yiyecekler mi bu meyveden yemeyecekler mi diye. Adem’le
Havva’da bir gün “nasıl olsa anlamaz” diye bu meyveden yiyorlar, siz misiniz
olm cennetin kurnazı? yer mi tanrı sizin bu çakallığınızı! Tak, yakalanıyor
enayiler. Küçük bir sorgu ve fırçanın ardından doğru dünyaya şutlanıyorlar.
Cennetteki
rahatlık döneminin ardından dünyanın yaşama şartları zorluyor tabi biraz
bizimkileri, sabit bir sıcaklık yok, yaz var kış var, mahrem yerindeki incir
yaprağıyla nereye kadar. Ufak ufak şartlara uyum sağlıyorlar. Sonra ya bunlar
kendi kendilerine nasıl seks yapıldığını keşfediyorlar ya da meleklerden birisi
bu konuda kendilerini çaktırmadan bilgilendiriyor, sonuç itibariyle üremeye
başlıyorlar. Habil, Kabil falan derken baya hızla çoğalıyorlar. Ama bu çapraz
üreme noktasında ensest bir takım temaslar da oluyor, bu iğrenç mevzu hakkında
tanrının bize açıklamadığı ancak onun kudretinden sual olunmayacak mantıklı bir
açıklaması mutlaka vardır.
Neyse
efendim, bu aile böyle ensest temalı iğrenç üreme şekilleriyle çoğalırken arada
kıskançlıklar çıkar çatışmaları falan oluyor. İşte bu sebeple bazı tatsız
olaylar da yaşanıyor; İlk cinayet Kabil Habil’i öldürüyor, Habil de Kabil’i
öldürmüş olabilir, neyse işte cinayet işleniyor, tabi herkes üzgün.
Her
şeyi bilen ve kudretine sual olunmaz tanrı dünya üzerinde artan insan
popülasyonunu büyük bir mutlulukla izliyor. Ama “Nerede çokluk orada bokluk”
atasözünde olduğu gibi artan insan popülasyonu beraberinde kitlesel sorunları
da getiriyor. Tanrının artan bu sorunlara bir çözüm üretmesi gerekiyor ve genel
prensip olarak; sapıtan, manyaklaşan, iğrençleşen ve raydan çıkan pislik insan
topluluklarına peygamberler göndermek esasına dayanan harika bir çözüm
üretiyor. Sonuçta kudretinden sual olunmayacak olan tanrı istese tabi ki bu
sorunları kökten ortadan kaldırır ancak o zaman da her şey monotonlaşmaz mı?
Neyse, buna spesifik bir örnek vermek gerekirse birazcık Lut kavminden
bahsedeyim size. Ürdün – İsrail sınırında yer alan Lut Gölü etrafında yaşayan
bu kavim çok acayip olaylara girişmiş, örnek vermek gerekirse; eşcinsel ve
ensest ilişki de dahil olmak üzere türlü türlü ahlaksızlıklar yapıyorlarmış.
Her şeyi gören ve bilen tanrı bu olaydan rahatsız olmuş. Bu tayfayı uyarmak
için Lut peygamberi görevlendirmiş “git
şunlarla konuş akıllarını başlarına toplasınlar, efendi gibi yaşasınlar cinsel
hayatlarını” temalı bir konuşma geçmiştir aralarında diye sanıyorum. Neyse
efendim Lut peygamber gidiyor bu kavimle konuşmaya görev icabı, ama kavim
dinler mi Lut Mut ! Hatta bir rivayete göre Lut peygamber ve erkek kılığında
Lut Peygamber’e yardımcı olması için gönderilen meleklere bile hallenmiş
şerefsizler! tabi Tanrı da bunlarla mı uğraşacak, her şeyi bilir ve görür ama
bu seferlik yanılmış Lut ve Meleklerin bu insanları ikna edebileceğini
düşünerek! “Siz misiniz birbirinize
kaymakla yetinmeyip benim gönderdiğim elçi ve meleklere de hallenen” deyip
basmış laneti bunlara, helak olup gitmişler.
İşte
efendim bunun gibi bütün ilahi dinlerde geçen birtakım olaylar mevcut; Nuh
tufanı olsun, Musa Peygamber’in kızıl denizi ikiye yarması olsun, İsa
Peygamber’in babasız doğması olsun, Muhammed Peygamber’in ayı ortadan ikiye
ayırması olsun gibi gibi.
Biraz da
dinlerden bahsedip, konuyu nihai hale getirmek istiyorum.
Şimdi
tek tek peygamber göndererek bu sapıtmış toplumları düzeltmek tabi tanrı bile
olsan seni yorar. Dolayısıyla daha organize bir hareket sergilemek gerekir diye
düşünerek “Din diye bir şey yapayım ya
ben en iyisi, böylece fazlaca kuluma daha kısa sürede ulaşırım” fikri
aklına gelmiş olabilir.
İşte
ilk din girişimi Tevrat ve Zebur’la birlikte Musa peygamber ve ardılları
(davut, ibrahim, ishak vb)’yla İsrailoğulları’na gidiyor, gidiyor ki ne
gidiyor. Yasaklar ve kurallar silsilesiyle maşallah, sırf ne yiyip ne
yiyemeyeceğini öğrenmek için bile ciddi çalışma yapmak gerekiyor (bknz. Koşer )
peki kudretinden sual olunamayacak tanrı neden bin bir nimetle, falan filanla
doldurduğu dünyasında kullarını bu kadar dar bir alana hapsetmek istemiştir ki?
“Bu zamana kadar sizi rahat bıraktık
bokunu çıkarttınız muhabbetin! Sapkınlık mı dersin, puta tapmak mı dersin, şirk
koşmak mı dersin, yemediğiniz halt kalmadı! bitti artık o rahatlık dönemi,
bundan sonra sıkıyönetim anasını satayım” diye mi düşündü acaba, neyse.
İşte böyle bir dönem Musevilikle dönüyor dünya.
Sonra
n’olduğunu net olarak bilmemekle birlikte Tanrı sanırım vazgeçiyor
Musevilikten. Galiba “Bu Musevilik sıktı
ya, az da Hristiyanlık yapayım” diyor. Meryem diye bir kadını inanılana
göre cinsel temas kurmadan hamile kalmasını sağlayarak İsa Peygamber’i dünyaya
getirtiyor ve “Sevgili kullarım, bu
zamana kadar Musevilik çatısı altında acı tatlı günlerimiz oldu, bu zor
günlerimizde Musevilik’e destek veren kullarıma teşekkür ediyorum. Heee
bilmiyorum sanmayın, aranızda Musevilik’e destek vermeyip ısrarla puta tapmaya
devam edenler de var, isim isim biliyorum onları. Ama şimdi burada isim
telaffuz ederek ortamın neşesini bozmak istemiyor, ben onlarla öbür dünyada
oynayacağım” diyor. Sözün özü,
artık Musevilik devri bitti Hristiyanlık dönemi başladı” diyerek İsa
Peygamber’i görevlendiriyor. İsa Peygamber çileli bir hayat sürerek yaşamı
boyunca 3-5 kişiyi Hristiyan yapabiliyor, bu dinin kaymağını da kendisi değil,
kendisinden sonra gelenler yiyebiliyor. Bu dinin detaylarını da incil denilen
kitapta yayınlıyor.
Sonra
aradan 600 küsür yıl geçiyor ve Tanrı bu sefer de diyor ki “Evet sevgili kullarım, biliyorsunuz benim kudretime her ne kadar sual
olunmasa da zaman zaman benim de yanlış kararlar aldığım görülebiliyor. Mesela
bu zamana kadar size gökten indirdiğim kitaplara -Değiştirilemez- özelliği koymayı atlamışım, ya hadi ben atlıyorum Cebrail, Mikail ne bileyim
İsrafil falan da hiç uyarmıyor. Neyse, dolayısıyla İslam adıyla yeni bir din
çıkartıyorum ve bu dinin kutsal kitabı olan Kuran’a da değiştirilememe özelliği
ekliyorum, tüm kullarıma hayırlı olsun” diyerek yeni dinin müjdesini
veriyor ve Muhammed Peygamber’i de artık son peygamber ilan ediyor.
Ardından da dünya tarihi; üç ilahi dinin mensuplarının, yine üç ilahi dinin de yasakladığı cinayet eylemini gerçekleştirmek suretiyle kana bulanmış bir düzene sahne oluyor. Ve bu üç din de bu eylemleri kendi mensupları yaptığında “meşru” kılıyor.
Zihnimde Tanrı’nın varlığı ve dinler tarihi diye yüzeysel bir canlandırma yaptığımda gözümün önüne böyle bir sahne geliyor. Buradaki amacım kimsenin inancına saldırmak ya da aşağılamak değil, başlıkta da dediğim gibi bu benim için önemsiz bir konu, dolayısıyla saldırı gibi bir durum da söz konusu olamaz. Bu düşüncem sebebiyle benden nefret edecek olan Tanrı inancını önemseyen bireylere de diyeceğim o ki; kudretine sual olunmayıp ol dediğinde olduran Tanrı benim böyle düşünmemden rahatsız olup aktivasyon almıyorsa, size n’oluyor kardeşim?
Sözün özün böyle fantastik bir mantık çerçevesinde açıklanamaz bir sistemdense, rastlantısal olasılık üstüne kurulu evrim teorisiyle açıklanan bir süreç bana daha mantıklı geliyor.
Umarım, “Madem evrim var ve maymundan geldik, o zaman niye hala dünyada maymunlar var” sorusunu sorarak beni cevaplaması mümkün olmayan ve yüzlerce yıllık evrim teorisini tek kalemde çürütecek bir paradigmanın içine atmazsınız.