4 Ekim 2016 Salı

Benim İçin Önemsiz Olan Şeyler 1: Tanrı'nın Varlığı



Toplumların üstünde hakimiyet kurup totaliter bir yapıyı empoze etmek isteyen egemen güçler ve oligarşik yapılar tarafından “değer yargısı” “ahlak kavramı” gibi özünde çok bir mantığı olmayan ama insanların korkutucu şekilde benimsediği olgularla boğuştuğumuz bir hayatımız var. Toplumun büyük kesimini etkisi altına alan bu yargıların birçoğu da benim için hiçbir anlam ifade etmemekte. İşte bu yazı dizimde (sanki milyonların takip ettiği köşe yazarı gibi yazı dizisi falan diyorum ya asdnafa) benim için anlamı olmayan şeylerden biraz bahsedeyim dedim.

İnsanın varoluşundan bu yana hep arayış içerisinde olduğu bir “tanrı” kavramından bahsedilir. Başlı başına saçma bir iddia olan bu söylemin alt metninde “evrilmedin, yaratıldın” mesajı mevcut aslına baktığınızda. Dünyadaki toplam din ve bu dinlere mensup insan sayısını tam olarak bilmek pek mümkün değil, ancak yuvarlak olarak aşağıda belirttiğim rakamlar telaffuz edilmekte.



Görmüş olduğumuz üzere ilahi dinler olarak adlandırılan Hristiyanlık, İslam ve Museviliğin tahmini rakamlara göre 4 ila 4,5 milyar arasında mensubu bulunmakta. Diğer dinlerin tanrı inançları farklılıklar göstermekle birlikte ilahi dinlerin ortak paydası olan aynı Tanrıya inanan 4,5 milyar insan. Yani bu 4,5 milyar insan evrenin ve kendilerinin bir tanrı tarafından çamurdan vs yaratıldığına inanmaktalar. Mutlaka bu büyük güruh içerisinde teorik olarak din sahibi, pratik olarak herhangi bir faaliyette bulunmayan kişiler de vardır ama amacım büyük resmi görmek olduğu için bu kitleyi istisna olarak kabul edip değerlendirmeye almıyorum.

Şimdi şöyle ki bu bütün ilahi dinler; Tanrı yoldan çıkan insanlara doğru yolu göstermek için peygamberler ve kitaplar göndermiştir, bizler ona inanan insanlar olarak bu dünyada huzur içinde yaşayıp öldükten sonra tekrar dirilip içinde yer alacağımız gerçek dünyada onun cennetinden faydalanmak için onun emir ve kurallarına uymalıyız diye düşünüyor.

Temel ve basit bir düşünceyle konuyu inceleyip bu “her şeyin tanrı tarafından yaratıldığı” önermesini kabul ettiğimde zihnimde cereyan eden olaylar silsilesinin gözümün önünde nasıl canlandığını anlatacağım;

Tanrı galaksiyi yaratıyor, sonra dünya diye bir yer yaratıyor, işte kafasına göre deniz / kara dağılımını yapıyor. Sonra diyor ki “ya böyle çok heyecansız oldu az da adına hayvan denen şeylerden yaratayım” işte önce küçük böcek, tırtıl falan koyuyor bir yerlere sonra diyor ki “yok ya bunlar biraz ufak kaldı azcık da büyük şeyler yapayım” sonra başlıyor aslandı, kaplandı, balinaydı, dinozordu "Allah ne verdiyse" yaratmaya. Sonra yine boş bir anında diyor ki “yaa jurasic parka çevirdik güzelim dünyayı, ben en iyisi insan diye de bi şey yaratayım” sonra çamurdan insanı yaratıyor. Tabi bu esnada melekler falan çoktan yaratılmış durumda, insanoğlu henüz yaratılmadığı için meleklerin kafası rahat takılıyorlar kendi aralarında. Sonra bu insanoğlu yaratılınca tanrı meleklere diyor ki ”bitti kardeşim bu zamana kadarki rahatlık döneminiz, artık karşınızda görmüş olduğunuz ademe itaat edeceksiniz, yeni yaptım, çamurdan”. “haydaaaa!” diyor tabi melekler, ulan ne güzel takılıyorduk nerden çıkarttı şimdi sevgili tanrımız bu adem denen icadı. Bu serzenişi bir melek dile getiriyor, diyor ki “aga, kusura bakma ama ben bu play doh oyun hamuru gibi çamurdan yaratılmış herife itaat mitaat etmem” neyse sonrası bildiğiniz klasik tartışmalar ve Şeytanın ortaya çıkışı.

Tanrı Adem’i yaratıyor ama yaratırken bu yarattığı kompleks organizmalar bütününün ilerleyen yıllarda canının sıkılıp sıkılmayacağını öngöremiyor. Büyük ihtimalle o yıllarda henüz dünyaya gönderilmeyip cennette kendi kafasına göre takılan Adem’in canı yalnızlıktan sıkılıyor ve Tanrıyla aralarında geçen bir dost sohbeti esnasında bu şikayetini dile getiriyor, sonra tanrı da kendisinin canı sıkılmasın, hem belki ilerleyen yıllarda insanoğluna getireceğim bir update ile çoğalmalarını da sağlarım diye erkek olan Adem’in kaburgasından (ne alaka ya kaburga!) Havva denen karşı cinsi, kadını yaratıyor. O esnada cinsellik özelliği gelmiş mi gelmemiş mi bilmiyoruz ama bu iki kafadar güzel güzel takılıyorlar cennette. Cennette ortam güzel ama orasının da kendisine göre kuralları var tabi, mesela meyvesini yemenin yasak olduğu bir ağaç var. Her şeyi enfes dizayn eden ve her şeyi bilen tanrı monoton hayatına biraz heyecan katmak için olsa gerek böyle bir ağaç koyup Adem’le Havva’yı izlemeye başlıyor bakalım yiyecekler mi bu meyveden yemeyecekler mi diye. Adem’le Havva’da bir gün “nasıl olsa anlamaz” diye bu meyveden yiyorlar, siz misiniz olm cennetin kurnazı? yer mi tanrı sizin bu çakallığınızı! Tak, yakalanıyor enayiler. Küçük bir sorgu ve fırçanın ardından doğru dünyaya şutlanıyorlar.

Cennetteki rahatlık döneminin ardından dünyanın yaşama şartları zorluyor tabi biraz bizimkileri, sabit bir sıcaklık yok, yaz var kış var, mahrem yerindeki incir yaprağıyla nereye kadar. Ufak ufak şartlara uyum sağlıyorlar. Sonra ya bunlar kendi kendilerine nasıl seks yapıldığını keşfediyorlar ya da meleklerden birisi bu konuda kendilerini çaktırmadan bilgilendiriyor, sonuç itibariyle üremeye başlıyorlar. Habil, Kabil falan derken baya hızla çoğalıyorlar. Ama bu çapraz üreme noktasında ensest bir takım temaslar da oluyor, bu iğrenç mevzu hakkında tanrının bize açıklamadığı ancak onun kudretinden sual olunmayacak mantıklı bir açıklaması mutlaka vardır.

Neyse efendim, bu aile böyle ensest temalı iğrenç üreme şekilleriyle çoğalırken arada kıskançlıklar çıkar çatışmaları falan oluyor. İşte bu sebeple bazı tatsız olaylar da yaşanıyor; İlk cinayet Kabil Habil’i öldürüyor, Habil de Kabil’i öldürmüş olabilir, neyse işte cinayet işleniyor, tabi herkes üzgün.

Her şeyi bilen ve kudretine sual olunmaz tanrı dünya üzerinde artan insan popülasyonunu büyük bir mutlulukla izliyor. Ama “Nerede çokluk orada bokluk” atasözünde olduğu gibi artan insan popülasyonu beraberinde kitlesel sorunları da getiriyor. Tanrının artan bu sorunlara bir çözüm üretmesi gerekiyor ve genel prensip olarak; sapıtan, manyaklaşan, iğrençleşen ve raydan çıkan pislik insan topluluklarına peygamberler göndermek esasına dayanan harika bir çözüm üretiyor. Sonuçta kudretinden sual olunmayacak olan tanrı istese tabi ki bu sorunları kökten ortadan kaldırır ancak o zaman da her şey monotonlaşmaz mı? Neyse, buna spesifik bir örnek vermek gerekirse birazcık Lut kavminden bahsedeyim size. Ürdün – İsrail sınırında yer alan Lut Gölü etrafında yaşayan bu kavim çok acayip olaylara girişmiş, örnek vermek gerekirse; eşcinsel ve ensest ilişki de dahil olmak üzere türlü türlü ahlaksızlıklar yapıyorlarmış. Her şeyi gören ve bilen tanrı bu olaydan rahatsız olmuş. Bu tayfayı uyarmak için Lut peygamberi görevlendirmiş “git şunlarla konuş akıllarını başlarına toplasınlar, efendi gibi yaşasınlar cinsel hayatlarını” temalı bir konuşma geçmiştir aralarında diye sanıyorum. Neyse efendim Lut peygamber gidiyor bu kavimle konuşmaya görev icabı, ama kavim dinler mi Lut Mut ! Hatta bir rivayete göre Lut peygamber ve erkek kılığında Lut Peygamber’e yardımcı olması için gönderilen meleklere bile hallenmiş şerefsizler! tabi Tanrı da bunlarla mı uğraşacak, her şeyi bilir ve görür ama bu seferlik yanılmış Lut ve Meleklerin bu insanları ikna edebileceğini düşünerek! “Siz misiniz birbirinize kaymakla yetinmeyip benim gönderdiğim elçi ve meleklere de hallenen” deyip basmış laneti bunlara, helak olup gitmişler.

İşte efendim bunun gibi bütün ilahi dinlerde geçen birtakım olaylar mevcut; Nuh tufanı olsun, Musa Peygamber’in kızıl denizi ikiye yarması olsun, İsa Peygamber’in babasız doğması olsun, Muhammed Peygamber’in ayı ortadan ikiye ayırması olsun gibi gibi.

Biraz da dinlerden bahsedip, konuyu nihai hale getirmek istiyorum.

Şimdi tek tek peygamber göndererek bu sapıtmış toplumları düzeltmek tabi tanrı bile olsan seni yorar. Dolayısıyla daha organize bir hareket sergilemek gerekir diye düşünerek “Din diye bir şey yapayım ya ben en iyisi, böylece fazlaca kuluma daha kısa sürede ulaşırım” fikri aklına gelmiş olabilir.

İşte ilk din girişimi Tevrat ve Zebur’la birlikte Musa peygamber ve ardılları (davut, ibrahim, ishak vb)’yla İsrailoğulları’na gidiyor, gidiyor ki ne gidiyor. Yasaklar ve kurallar silsilesiyle maşallah, sırf ne yiyip ne yiyemeyeceğini öğrenmek için bile ciddi çalışma yapmak gerekiyor (bknz. Koşer ) peki kudretinden sual olunamayacak tanrı neden bin bir nimetle, falan filanla doldurduğu dünyasında kullarını bu kadar dar bir alana hapsetmek istemiştir ki? “Bu zamana kadar sizi rahat bıraktık bokunu çıkarttınız muhabbetin! Sapkınlık mı dersin, puta tapmak mı dersin, şirk koşmak mı dersin, yemediğiniz halt kalmadı! bitti artık o rahatlık dönemi, bundan sonra sıkıyönetim anasını satayım” diye mi düşündü acaba, neyse. İşte böyle bir dönem Musevilikle dönüyor dünya.

Sonra n’olduğunu net olarak bilmemekle birlikte Tanrı sanırım vazgeçiyor Musevilikten. Galiba “Bu Musevilik sıktı ya, az da Hristiyanlık yapayım” diyor. Meryem diye bir kadını inanılana göre cinsel temas kurmadan hamile kalmasını sağlayarak İsa Peygamber’i dünyaya getirtiyor ve “Sevgili kullarım, bu zamana kadar Musevilik çatısı altında acı tatlı günlerimiz oldu, bu zor günlerimizde Musevilik’e destek veren kullarıma teşekkür ediyorum. Heee bilmiyorum sanmayın, aranızda Musevilik’e destek vermeyip ısrarla puta tapmaya devam edenler de var, isim isim biliyorum onları. Ama şimdi burada isim telaffuz ederek ortamın neşesini bozmak istemiyor, ben onlarla öbür dünyada oynayacağım” diyor. Sözün özü, artık Musevilik devri bitti Hristiyanlık dönemi başladı” diyerek İsa Peygamber’i görevlendiriyor. İsa Peygamber çileli bir hayat sürerek yaşamı boyunca 3-5 kişiyi Hristiyan yapabiliyor, bu dinin kaymağını da kendisi değil, kendisinden sonra gelenler yiyebiliyor. Bu dinin detaylarını da incil denilen kitapta yayınlıyor.

Sonra aradan 600 küsür yıl geçiyor ve Tanrı bu sefer de diyor ki “Evet sevgili kullarım, biliyorsunuz benim kudretime her ne kadar sual olunmasa da zaman zaman benim de yanlış kararlar aldığım görülebiliyor. Mesela bu zamana kadar size gökten indirdiğim kitaplara -Değiştirilemez- özelliği koymayı atlamışım, ya hadi ben atlıyorum Cebrail, Mikail ne bileyim İsrafil falan da hiç uyarmıyor. Neyse, dolayısıyla İslam adıyla yeni bir din çıkartıyorum ve bu dinin kutsal kitabı olan Kuran’a da değiştirilememe özelliği ekliyorum, tüm kullarıma hayırlı olsun” diyerek yeni dinin müjdesini veriyor ve Muhammed Peygamber’i de artık son peygamber ilan ediyor.

Ardından da dünya tarihi; üç ilahi dinin mensuplarının, yine üç ilahi dinin de yasakladığı cinayet eylemini gerçekleştirmek suretiyle kana bulanmış bir düzene sahne oluyor. Ve bu üç din de bu eylemleri kendi mensupları yaptığında “meşru” kılıyor.

Zihnimde Tanrı’nın varlığı ve dinler tarihi diye yüzeysel bir canlandırma yaptığımda gözümün önüne böyle bir sahne geliyor. Buradaki amacım kimsenin inancına saldırmak ya da aşağılamak değil, başlıkta da dediğim gibi bu benim için önemsiz bir konu, dolayısıyla saldırı gibi bir durum da söz konusu olamaz. Bu düşüncem sebebiyle benden nefret edecek olan Tanrı inancını önemseyen bireylere de diyeceğim o ki; kudretine sual olunmayıp ol dediğinde olduran Tanrı benim böyle düşünmemden rahatsız olup aktivasyon almıyorsa, size n’oluyor kardeşim?

Sözün özün böyle fantastik bir mantık çerçevesinde açıklanamaz bir sistemdense, rastlantısal olasılık üstüne kurulu evrim teorisiyle açıklanan bir süreç bana daha mantıklı geliyor.

Umarım, “Madem evrim var ve maymundan geldik, o zaman niye hala dünyada maymunlar var” sorusunu sorarak beni cevaplaması mümkün olmayan ve yüzlerce yıllık evrim teorisini tek kalemde çürütecek bir paradigmanın içine atmazsınız.

0 comments :

Yorum Gönder